Zile Tarihi

Anasayfa » Zile Tarihi

TARİHİ

Amasyalı ünlü coğrafyacı – tarihçi Strabon’a göre Zile, Ninova (Asur Krallığı’nın başkenti) melikesi Semiramis tarafından kurulmuştur.

Semiramis, güzel bir cariye iken Belh şehrinin kuşatılması sırasında gösterdiği dirayet ve yiğitliği sonucunda, Asur Hükümdarı Ninus’un takdirini kazanmış ve onunla evlenmiştir.

Semiramis M.Ö. 1916 yıllarında kocası Ninus’u zehirleyerek Asurların yönetimini ele geçirmiştir. Bu hesaba göre Zile 4000 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir.

Zile Kalesi’nin (Anadolu’da bilinen tek dolma kaledir) Roma kumandanı Sulla tarafından yaptırılmış olması veya burada Amanos Mabedi’nin bulunması ve muhterem anlamına gelen Silla denmesinden dolayı, Zile’nin ismi zamanla Zela- Zile şeklini almış olabilir.

Tarihçi Charles Texier’e göre, Strabon eserinde Zela’dan bahseder. Hüseyin Hüsamettin Efendi’nin Amasya Tarihi’nde bu yerleşim yerinin Togait Hükümdarı Harkar Han tarafından önemli bir yer haline getirildiği, muhterem anlamına gelen Silay adının verildiği zamanla Zela-Zile şekline dönüştüğü yazılıdır. Ali Danişment Tarihi’nde, Mirkatel Cihad’da Zile’den “Kırkıriye” diye bahsediyor. Zile ve Ünye (Sileh ve Üniya) – 1922 – Bartholomew, J. G. (John George), 1860-1920; JohnBartholomew and Son

Evliya Çelebi Seyahatnamesi ‘ne göre “1643” burada halı ve kilim dokumacılığının ileri gitmesinden dolayı şehrin bu adı aldığı belirtilmektedir. Kısaca; Zile isminin nereden geldiği hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir. Ancak, Amasyalı Strabon’un tarihçi ve coğrafyacı olması ve Zelitis – Zela ismini eserinde kullanması, bu kelimenin çok eskiden beri kullanıldığı izlenimini vermektedir.

Ayrıca, Zile’nin 29 km güney doğusundaki Maşat Höyük ‘de bulunan belgelerin incelenmesi sonucunda, Ord. Prof. Şevket Aziz Kansu ve aynı buluntulara dayanarak Şemsettin Günaltay, Anadolu isimli eserinde Eti Medeniyeti ‘nin bugünkü Zile’ye kadar yayıldığından bahsetmektedirler. Bu durumda Zile, Maşat Höyük kazılarında bulunan tabletlerden elde edilen bilgilere göre; Orta Anadolu’da başlayıp kuzey doğuda Yeşilırmak havzası boyunca sıralanmış Hitit yerleşim merkezlerinden biri olan “Anzilla” olmalıdır. Maşat Höyük kazılarında elde edilen bulgular Zile’nin 7000 yıllık bir tarihe sahip olduğunu düşündürmektedir.

Zile hakkında Ninova ve Asurlular döneminin sonu ile ilgili bilgiye sahip değiliz. Yalnız M.Ö. 548 tarihinde Anadolu, dolayısıyla Zile Pers egemenliği altına girmiştir. Persler Yeşilırmak havzasına çok önem verip, tarihi Kral Yolu’nu buradan geçirmişlerdir. I. Darius zamanında Anadolu’nun en büyük eyaleti olan Kapadokya ikiye bölünmüş ve Zile kuzeyindeki Pontus Kapadokya’sı içinde yer almıştır. Persler Zile’de kendi Tanrıları olan Anaitis, Anahita, Anos ve ait bir ateş tapınağı inşa etmişlerdir. (Zelos 1747 – David Rumsey Collection v4.0)

Bu mabet çevresinde her yıl son baharda yapılan geleneksel Sakaia şenlikleri düzenlemeye başlanmıştır. Büyük İskender’in Pers Hükümdarı Darius’u Granikos (Biga) Çayı kenarında M.Ö. 334 tarihinde yenmesi ile Anadolu Makedonya İmparatorluğu’nun eline, dolayısıyla ilçe de İskender’in eline geçmiştir. Büyük İskender’in M.Ö. 323’de Babil’de ölmesi üzerine kumandanları arasında çıkan harplerde General Ornets, Kapadokya’yı haliyle de Zile’yi idaresi altına almıştır. Çıkan bir takım karışıklıklardan sonra Kapadokya bir müddet bağımsız kalmış, kısa bir süre sonra zamanın Pontus Kralı Mihradate VII, Kapadokya Kralı Arbaran VIII. ‘i mağlup ederek Kapadokya’yı eline geçirmiştir. (Mihridat büyük lakabı ile anılır. Çok bilgilidir. Tarihçiler 22 lisan bildiğinden bahsederler)

Bu olay üzerine Kapadokyalılar Roma’dan yardım istemişlerdir. Roma’dan gelen Sulla komutasındaki kuvvetli bir ordu Mihridat’ı mağlup ederek Kapadokya’yı ele geçirmiştir. Mihridat eniştesi Diyarbakır Kralı Tifran’dan yardım istemiştir. Sulla’nın Roma’ya dönmesi, M.Ö. 78’de ölmesi üzerine Mihridat yeniden Romalılara savaş açmıştır. M.Ö. 67 yılında Amiral Triarius ile Mİhridates Zile’ye 5 km uzaklıktaki Skotios “bugün Altıağaç denilen mevkii” civarında karşı karşıya gelirler. Ancak savaşın galibi uzun bir süre belli olmaz. Triarius’un mağlup olması ile Mihridates’in Anadolu’da başlayan ikinci hâkimiyeti de uzun sürmez. Roma Kumandanı Popeyus (Pompeys) güçlü Mihridates’i M.Ö. 67 tarihinde ağır bir şekilde yenerek, ordusunu tamamen yok edip, Pontus ülkesini işgal etmiştir. Mihridates bunun üzerine M.Ö. 63 yılında intihar eder (İçtiği zehir etkisiz kaldığı için, kendisini bir askere öldürtür). Roma ile Pontus arasında yapılan ve yıllarca süren savaşlar sırasında asker ve sivil olmak üzere her iki taraftan on binlerce insanın ölmesi bölgenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Mihridates’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu II. Pharnake “Farnas” Roma hâkimiyetini kabul eder. Bir müddet sonra Kayser’le Pompeis arasında çıkan ihtilaftan istifade ederek Roma’ya karşı ayaklanır. Bunun üzerine Roma diktatörlerinden Yul Çesar “Jül Sezar” orduları ile Suriye üzerinden Anadolu’ya oradan da Zile’ye gelir. Pharnake daha önce babasının Amiral Triarius’u yendiği yer olan bugünkü Altıağaç denilen yerde Jül Sezar ve ordusu ile karşılaşır. (Zile’ye 5 km mesafedeki Yünlü Köyü’nün karşı yamaçları veya yayla yolu ile Yünlü Köyü arasındaki bir yer olmalıdır).

Çok çetin ve kanlı bir savaş olur. Sezar’ın ordusu büyük zayiat verirse de sonuçta II. Pharnake ağır bir yenilgiye uğrar. Zafer Sezar’ındır. Sezar uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, 5 saat gibi kısa bir süre içerisinde elde ettiği zaferin sevincini Zile’den Roma’ya bildirir.

Zile’de ilâhi törene nail olan Sezar’ın, kısa ama anlamı büyük olan bu mektubundaki “VENİ – VİDİ – VİCİ” “GELDİM – GÖRDÜM – YENDİM” sözlerini silindirik mermer bir taşa yazdırır. Yakın zamana kadar Zile Kalesi’nde olduğu bilinen bu taşın, çalınması neticesinde nereye götürüldüğü bilinmemektedir.

M.Ö. 44 yılında Sezar’ın ölümünden sonra Pontus Kralı Sena kısa bir müddet için Zile’ye hâkim olmuşsa da Zile ve çevresi yeniden Romalıların eline geçmiş ve uzun yıllar Roma’nın eyalet merkezi olmuştur. M.S. 241 yılında Sasani Hükümdarı Arda Şırınoğlu Şapur Romalılara harp açmış, Urfa civarında Valeryus’u yenerek Kilikya “Adana” Kapadokya ve Arap Yarımadası’nın büyük bir kısmına sahip olmuştur.

Bizans ile İran “Sasaniler” arasında zaman zaman el değiştiren yöre sonuçta 1071 yılına kadar Bizanslılar’ın elinde kalmıştır.

İstanbul’u almak maksadıyla Hicri 34 yılında “Hicri 47 yılında, H. 52, H. 97, H. 121, H. 159, H. 171 ” yıllarında yola çıkan İslam Orduları Anadolu’dan geçerken, genelde Zile, Amasya ve Çorum yolunu izlemişler, geçici de olsa birçok yeri ele geçirmişlerdir. Bu arada birkaç defa Müslümanların hâkimiyetine geçen Zile, bu orduların çekilmesi ile yeniden Bizansların eline geçmiştir.

İlçede ve çevresinde bilinen birçok yatırların bu orduların ve Danişmentlilerin mücahit ve kumandanlarına ait oldukları sanılmaktadır. İlçe 1071 yılında Melik Ahmet Danişment Gazi tarafından Bizanslılardan alınmış, bu tarihten günümüze kadar da Türk yurdu sınırları içinde kalmıştır. İlim ve medeniyete çok büyük hizmetleri olan Danişmentlilerin ilçemizde izleri halen devam etmektedir.

Danişment eserlerinin çoğunluğu kaybolmuş olmakla birlikte ilim irfan sahibi olan, yıllarca zaviye ve medreselerde hizmet veren Danişment Hükümdarı Melik Ahmet Gazi’nin şeyhülislâmı olan, bugün halk arasında Davunlu Dede olarak bilinen zatın mezarı. Alaca Mescit Bala Mahallesi Sakarya Caddesİ üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca halk arasında Minareyi Kebir Mahallesi’ndeki Dürmelik Sokağı’nın adının Danişment Gazi ile ilgili olduğu söylenmektedir.

1174 yılında Anadolu Selçuklularından İzzettin II. Kılıçaslan Sivas ve çevresini zaptederek Türk-Danişment Devleti’ne son vermiştir. Bu tarihten itibaren Zile Selçukluların eline geçmiştir. II. Kılıçaslan, sağlığında memleketi oğulları arasında pay etmiş, fakat Tokat hükümdarı olan Süleyman kardeşlerini mağlup ederek Anadolu birliğini sağlamıştır. Şairleri, edipleri ve bilim adamlarını koruyan bu zat

M.S. XI YY.’da Danişmend, daha sonra Selçuklu Türklerinin, bilâhare İlhanlıların, Ertanoğulları’ nın ve nihayet 1335’te Kadı Burhanettin’in eline geçen Zile, 1397′ de Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

7000 yıllık uzun geçmişi içinde Hitit, Frig, Pers, Pontus, Roma ve Bizans kültürlerinin tesiri altında kalan Zile’de bugün çeşitli devirlere ait olmak üzere Hititlere, Selçuklulara, Friglilere, Perslere, Romalılara, İlhanlılara, Danişmendlilere, Ertanlılar’a ve Osmanlılara ait tarihi eserleri görmek mümkündür.

Tarihi eserler içinde Zile Kalesi, kalenin doğu yünündeki kayaların oyulmasıyla yapılan ve Roma döneminden kaldığı anlaşılan tiyatro (Anfitiyatro), kalenin kuzey doğu tarafında bulunan Kaya Mezarı, Çay Pınarı, İmam Melikiddin Türbesi, Şeyh Musa Fakih Türbesi, Ulu Cami, Elbaşı Camii, Çifte Hamam, Maşat Höyük, Namlı Hisar Kale, Anzavur Mağaraları, Hacı Boz Köprüsü, Koç Taşı ve Kuruçay’daki Manastır Harabeleri görülmeye değer yerler arasındadır.

 

Zile ismi tarih boyunca Zela, Zelitis, Zelid, Anzila, Gırgıriye (Karkariye), Zeyli, Silas olarak çeşitli değişikliklere uğramıştır.

1872 yılında kaza merkezi, 1923 mülkî ve idarî taksimatında Tokat iline bağlı ilçe statüsüne kavuşan Zile, 1855 ve 1922 yıllarında iki büyük yangın geçirmiştir. Düz bir ova üzerinde kurulmuş olan Zile’nin hemen önünde Yeşilırmak’ın bir kolu olan Hoton Deresi geçmektedir.

Zile’nin jeostratejik konumu sebebiyle, Zile’de kültürel ve siyasî bakımdan Lâtin, Rum, Pontus, Arap, Türk ve yerli halkları arasında hızlı ve canlı bir tarih yaşanmıştır. XI. Y.Y.’da Danişment daha sonra Selçuklu Türklerinin, bilâhare İlhanlıların, Ertana Oğullarının ve nihayet 1355’de Kadı Burhaneddin’in eline geçen Zile, 1397’de Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Evliya Çelebi bu yöreyi gezip gördükten sonra meşhur Seyahatnamesine şunları kaydeder “Bu havası hoş şehrin dört tarafında bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Bu bahçelerde bülbüllerin ötüşü, insan ruhuna sefa verir. Meyveleri lezzetli olup, her tarafa hediye olarak gönderilir. Her bağında, birer köşk, havuz, fiskiyeler ve çeşitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplere dostturlar, kin tutmaz, hile bilmez, deryadil, haluk, selim ve halim insanlardır. Herkese iyi zanda bulunurlar. İyi geçinirler. Hayırlı yapılar yaptırmaya hevesleri çoktur. Cami, saray, köşk ve imaretleri o kadar metin ve güzel olur ki, buralara girenler hayran olurlar. Şehir genişlik ve ucuzluk bir yer olup dünya yüzünde eşi yok gibidir. Yılın her zamanında halkının nimetleri boldur. Hacı Bektaş Veli’nin hayırlı ve bereketli dualarıyla bu eski tarihî şehir, Âlimler konağı, fazıllar Yurdu, şairler yatağıdır.”